Manhattan’da bulunan Pearl Street İstasyonu, Thomas Edison önderliğinde 4 Eylül 1882’de güç dağıtımına başladığında burası dünyanın ilk ticari enerji santrali unvanını kazandı. Hâliyle de bu çığır açıcı yenilik sağlıktan teknolojiye, hayatımızın her anına dokunan birçok farklı endüstriye de uçsuz bucaksız yeni yollar açtı.
Geçtiğimiz hafta elektrik üretim endüstrisinin geleceği ve endüstrinin tüm zorlukları, binlerce ziyaretçi ve uzman bilim adamlarının katılımıyla Paris’te düzenlenen CIGRE (Büyük Elektrik Sistemleri Uluslararası Konseyi) konferansında değerlendirildi. Konferansın ana konusu, elektriğin minimum güç kaybıyla ve güvenilir bir şekilde toplu olarak taşınmasını sağlayan yüksek voltajlı elektrik sistemleri. Konferansta günlük hayatımızı yakından ilgilendiren başka bir konu başlığı daha mevcuttu; televizyon ve klima sistemlerine güç sağlamak için şebekeye ihtiyaç duyulduğunda, şebekenin iletim ve dağıtım sistemlerinin yenilenebilir enerji kaynaklarıyla nasıl daha da modernleştirilebileceği.
GE Enerji Dijital Başkanı Steven Martin, enerji endüstrisinin önümüzdeki 10 yıl içinde son 125 yıla oranla daha fazla değişeceğini öngörüyor. Martin ayrıca: “Dijital, tüm bu zorluklarla başa çıkmanın en önemli yollarından bir tanesi. Bu zorluklar için yeni yazılımlar, yeni teknolojiler ve genel olarak tamamıyla dijital çözümler geliştirilmeli” diyor.
CIGRE’nin önemli bir katılımcısı da üç boyutlu sanal gerçeklik deneyimleri, akıllı trafo merkezleri gibi yüzyılı aşan teknoloji çözümleriyle yerini alan GE Enerji oldu. Konferansa katılan ziyaretçiler bu sayede, yüksek voltajlı doğru akım teknolojisinin (HVDC) kıyıya nasıl rüzgâr gücü sağladığını ya da bir yeraltı trafosunun arızalanması durumunda neler yaşandığını 3D sanal gerçeklikle deneyimleme fırsatı yaşadı.
GE, şebekelerin daha fazla yenilenebilir enerji iletmesini sağlamak için geliştirdiği ürün ve hizmetlerini de konferansta sergiledi. Yüksek voltajlı doğru akım (HVDC) elektrik iletim hatlarını kullanarak modern ekonomi için geliştirilecek elektrikli süper otoyollar ise sunulan en önemli projelerden biri.
Alternatif akım (AC), uzun mesafeler boyunca kullanılacak nakliye gücünü sağlamanın en dominant yöntemiydi; ancak son yıllarda doğru akım (DC), aynı uzun mesafede verimini artırarak 3 kat daha fazla enerji transferi gerçekleştirebiliyor.
GE Enerji tam da bu doğru akım (DC) rönesansında en ön safta yerini alıyor. Bunun en güzel örneği, GE’nin Kuzey Denizi’ndeki rüzgâr türbinleriyle üretilen elektriği, akımın alternatiften (AC) doğruya (DC) dönüştürüldüğü devasa bir GE trafo merkezine ilettiği yolculuk. Teknoloji ile birlikte özellikle uzak mesafelerdeki elektrik kayıpları önemli ölçüde azaltıldığı için, açık denizdeki rüzgâr çiftliklerinden büyük miktarda elektrik elde etmek oldukça yararlı bir çözüm hâline geliyor. Böylelikle uzun mesafeli alternatif akım transferinden daha ekonomik bir şekilde, enerji tasarrufunu da artırarak transferi gerçekleştirebiliyorsunuz. Şu an küresel yüksek voltajlı doğru akım (HVDC) pazarı yılda 6,2 milyar dolar değerinde; ancak araştırma ve danışmanlık firması Future Market Insights bu rakamın 2026 yılının sonunda 14,4 milyar dolara ulaşacağını öngörüyor.
Eğer şebekeye daha fazla yenilenebilir enerji eklemek istiyorsanız, bu enerjiyi yüksek seviyede sera gazı yaymayan bir yöntem kullanarak iletmek daha doğru olur. GE de bu konudaki çevreci yaklaşımını, yüksek voltajlı ekipmanı yalıtmak için izolatör olarak g3 adlı özel bir gazı kullanarak destekliyor. Çevre üzerinde daha az olumsuz etki yaratan bu gaz karışımı, yüksek küresel ısınma potansiyeline sahip daha fazla sera gazı yayan SF6 gaz karışımının yerini alıyor.
GE ayrıca, şebekeyi desteklemeye yardımcı olacak çeşitli dijital teknolojiler üzerinde de çalışıyor. Örneğin, modüler enerji depolama çözümleriyle şebekede gerektiğince enerji depolanabilir. Akıllı dijital trafolar, trafo merkezindeki tüm ekipmanlardan gelen gerçek zamanlı verileri analiz ederek, mühendislerin herhangi bir sorun yaşandığında hızlı bir şekilde çözüm üretebilmelerini sağlayabilir. Geliştirilen yeni yardımcı yazılımlar, operatörlerin olası arızaları tahmin etmelerine yardımcı olarak operasyonel verimliliği artırır, bakımın da en uygun saatlerde yapılmasını planlayabilir.