GE Baş Ekonomisti ve Küresel Piyasa Değerlendirmeleri (Global Market Insight) Direktörü Dr. Marco Annunziata, The Economist’te yayınlanan röportajının ilk bölümünde akıl-makine ilişkisinin tarihini ve şu anki inovasyon dalgasının başlangıç aşamasını değerlendirmişti. Anunziata bu bölümde ise ülkelerin şu anki inovasyon dalgasının yarattığı teknolojik dönüşümlere nasıl yaklaştığını ve bu dalgaya nasıl hazırlanacağımızı anlatıyor.
“Bu dönüşümün önemini ve potansiyelini hafife alan ve yeterince hızlı harekete geçmeyen ülkeler bu güçlü teknolojik dönüşüm konusunda ağır hareket etmenin bedelini ağır ödeyecek.”
Bu tür kaynak gereksinimleri kimi ülkelerin bu yarışta geride kalacağı anlamına mı geliyor? Eğer öyleyse, bu konuda neler yapılabilir?
Kimi ülkelerin -en azından geçici bir süreliğine- geride kalacağını söyleyebilirim. Bu dönüşümün önemini ve potansiyelini hafife alan ve yeterince hızlı harekete geçmeyen ülkeler bu güçlü teknolojik dönüşüm konusunda ağır hareket etmenin bedelini ağır ödeyecek.
Bu inovasyonların gelişmiş ülkelerin mi yoksa gelişmekte olan ekonomilerin mi işine yarayacağına dair bir tartışma gündemde. Kimileri bu işten gelişmiş ülkelerin kârlı çıkacağını savunuyor. Ben bundan emin değilim. ABD, İngiltere gibi açık görüşlü üniversite sistemlerinin, araştırma ve geliştirme altyapılarının bulunduğu ülkeler yarışa avantajlı başlıyor. Ancak bunların yanı sıra, halinden memnun, “bugüne dek hep öndeydik, bundan sonra da önde olmaya devam ederiz” diye düşünen gelişmiş ülkeler de var. Bu ülkeler açısından tek mesele devlet bütçesini ve merkez bankasını vatandaşlarının refahını artırmak amacıyla nasıl kullanmak gerektiği. Bu ülkeler çok hızlı bir şekilde gerilere düşebilir. Daha dinamik ve daha açık fikirli gelişmekte olan ekonomiler ise, mevcut inovasyon dalgasının meyvelerini toplama konusunda daha hızlı davranabilir. Akıl-makine etkileşiminin bir diğer ilgi çekici boyutu ise günümüzde yaşananların altyapı ya da yasal düzenleme eksikliği gibi sorunları aşmaya olanak vermesi. Dolayısıyla, girişimci ruha sahip insanların ağırlıkta olduğu ülkelerin -devletleri yeteri kadar ileri görüşlü olmasa dâhi- daha dinamik davranacağına ve daha hızlı ilerleyeceğine tanık olabiliriz.
ABD’nin potansiyel liderlerden biri olacağını söylediniz. Çin de yeni uygulamaya soktuğu “Çin Malı 2025” planıyla liderlik için yarışan ülkelerden biri olacak. Bu iki ülkenin bu yeni inovasyon dalgasına yaklaşımı konusunda ne tür stratejik farklar var? Bu farklı yaklaşımların kıyaslamasından çıkarılabilecek stratejik dersler var mı?
Bence çıkarılacak birkaç ders var ve bunlar politikanın rolünden kaynaklanıyor. ABD ve Çin’in yaklaşımlarına baktığımızda, ABD’nin çok daha dağınık olduğunu görebiliriz. Önemli araştırma laboratuvarlarında ve kamu kurumlarında doğru yöne ilerleme çabası söz konusu. Çok önemli girişimler var ancak yeni inovasyon dalgasını öncelikli bir mesele olarak gören istikrarlı bir devlet politikası yok. Ekonomik sistemin tamamen farklı olduğu Çin’e baktığımızda, devletin endüstriyel interneti öncelikli yatırım alanı olarak gören kurallı ve kararlı bir politika benimsediğini görüyoruz. Çin’in bir avantajı da eğitime verdikleri büyük önem. İstatistiklere göre, bilim ve mühendislik mezunlarının oranı ABD’de yüzde 15’ken, Çin’de ise yüzde 40. Bu ülkedeki bilim ve mühendislik eğitiminin kalitesi tartışılabilir ancak böylesine büyük bir fark oldukça dikkat çekici. Daha önce de değindiğim gibi eğitimin öncelikler listesinin başında olduğu düşünülürse, durumun çok ilgi çekici olduğu görülebilir. Çıkarılacak bir diğer ders de bu iki ülkenin inovasyona verdikleri destek arasındaki fark. Çin’de kaynakların verimsiz kamu teşebbüslerinden (kamuya ait ya da özel sektördeki) inovatif ve gelişmiş şirketlere aktarılması yönünde yoğun bir çaba söz konusu. Bunun yanı sıra, şirketlerin ve bireylerin deneyler gerçekleştirebileceği alanlar oluşturulması konusunda da yoğun bir çaba var. ABD’de ise tam tersi bir taktik izleniyor. Gerçekleşen ve gerçekleşmekte olan birçok deney ve inovasyon olmasından hareketle, zamanın çoğu, bu çabaları kullanmaya ve yeniden finanse etmeye yönelik politikalar oluşturmaya harcanıyor.
Bu iki yaklaşım arasındaki farktan çıkarılacak en ilginç ders ise inovasyonun asla durmadığıdır. Hiçbir ülke yeterince inovasyon yaptığını düşünmemeli. Her zaman “Daha fazla ne yapabilirim?” demeli.
Bu yeni inovasyon dalgasında ilerleyebilmek için makinelerle nasıl bir etkileşim kuracağımız konusunda seçimler yapmak zorunda kalacağız. Bu seçimlerin kimi zor olacak ve geri dönüşü olmayacak. Bu inovasyon dalgasında başarıyla ilerlemek için hangi konulara odaklanmamız gerekiyor?
Değişim ve insan-makine ilişkisi açısından bakarsak, bence en umut vaat eden, önem taşıyan alan sağlık olacak. Örneğin, yeni teknoloji dalgasını sağlıkta ilerlemeler kaydetmek amacıyla kullandıkça, kaçınılmaz olarak insanın kapasitesini geliştirme yöntemlerini de keşfedeceğiz. Buradaki hassas noktalardan biri, insanın kapasitesinin yapay yollardan geliştirilmesine dair kaygıların, karar mercilerine şirketleri araştırmaları başka yöne çevirmeye itecek boyutlara ulaşıp ulaşmayacağı. Bu çok belirleyici ve bir anlamda bulanık çizginin öteki tarafına geçmemize yol açacak bir karar olacak (aklın giderek makineleşeceği bir alana).
“Değişim ve insan-makine ilişkisi açısından bakarsak, bence en umut vaat eden, önem taşıyan alan sağlık olacak.”
Bu uzun vadeli trendleri, bu trendleri şekillendirecek etkenleri ve değişime ayak uydurmanın yollarını değerlendirme sürecinde en sık başvurduğunuz iki kitap hangileri ve neden?
Şu an ikisi de önümde duruyor. Birincisi Isaac Asimov’un Ben, Robot kitabı. Bu kitaba sık başvurmamın nedeni, büyük inovasyonları değerlendirirken, insan tabiatının pek de değişmediğini şaşırarak görmem. Asimov bu kitapta değişmeyen insan tabiatı ile sonu gelmez inovasyonlar arasındaki etkileşimi anlatıyor. Bence akıl ile makine arasındaki etkileşimi anlayabilmek için her ikisini de çok iyi anlamak ve akılda tutmak gerekiyor. Beni etkileyen diğer kitap ise Walter Isaacson’un The Innovators (İnovatörler) kitabı. Bu kitap, inovasyon sürecinde inovatörün düşünce yapısını -yönlerini nasıl belirlediklerini- ve bu sürecin iş dünyasıyla, iş modelleriyle etkileşimini anlamanın en iyi yollarından biri. Günümüzde yaşanan bütün bu teknolojik inovasyonların ekonomi ve iş dünyası üzerindeki etkisini anlamak açısından çok yararlı.
Endüstriyel internetin norm halini almasının ardından, yeni kırılma nereden gelecek?
Bence bundan sonraki dalga yaratıcılık alanında gerçek anlamda bir sıçrama yapmamızla ortaya çıkacak. Şu an üzerinde düşündüğümüz dalganın olumlu anlamda olağanüstü ekonomik etkileri olsa da, bu dalga ülkeler arasındaki ekonomik gerilimleri ortadan kaldırmak için çok az etkisi olacak. Ancak, başarılı olması durumunda, üretim ve servet yaratma becerimizi artıracak ve bu sayede “kurumları küresel anlamda nasıl geliştirebiliriz?”, “Yeni teknolojilerin yarattığı zenginliği daha sürdürülebilir yollardan nasıl dağıtabiliriz?” gibi sorulara odaklanabileceğiz.
Bu röportaj The Economist GE Look Ahead’de yayınlanmıştır.